Emir
New member
Sefa ile Merve Arasında Erkekler Neden Koşar?
Bir gün akşam vakti, forumda kahvemi yudumlarken şöyle bir soru geçti önüme: “Erkekler neden hep koşar?” Sefa’nın açtığı başlıktı bu. Altında yüzlerce yorum, herkes kendi hayatından bir parça dökmüş. Ama benim aklıma hemen Merve geldi. Çünkü onların hikâyesi bu sorunun hem cevabı hem de bir ayna gibiydi.
Bir Şehrin Arasında, İki İnsan
Sefa, tarihi bir şehrin taş sokaklarında büyümüş, disiplinli ama içten bir adamdı. Zihninde her zaman bir rota olurdu; plan yapmadan sokağa çıkmaz, bir işin ucunu açık bırakmazdı. Merve ise aynı şehrin kuzeyinde, kalabalığın içinde incelikle fark edilen bir kadındı. Empatisiyle, sezgileriyle, kelimelerin arkasındaki sessizlikleri duyardı. Birbirlerini tesadüfen değil, bir toplumsal etkinlikte tanımışlardı: “Zamanın İzinde Kadın ve Erkek Rolleri” başlıklı bir seminerde.
O gün Merve, sahnede duyguların sosyal yapıya nasıl yön verdiğini anlatırken, Sefa not defterine “duygu – strateji dengesi” diye bir cümle yazmıştı. Belki farkında değildi ama o cümle, ikisinin hikâyesini başlatan ilk adımdı.
Koşmak: Kaçış mı, Arayış mı?
Bir akşamüstü, yağmurun ince ince yağdığı bir günde Merve, Sefa’ya sordu:
“Sen neden hep bir yerlere yetişir gibisin?”
Sefa kısa bir duraksamayla cevap verdi:
“Çünkü durursam düşünürüm, düşünürsem kırılırım.”
Bu cümle, birçok erkeğin içinde yankılanan sessiz bir gerçek gibiydi. Tarih boyunca erkekler; avın peşinde, işin içinde, savaşın ortasında, hedefin ucunda koşmuşlardı. Ama hiçbiri tam olarak “neden” koştuğunu sormamıştı kendine. Sefa’nın koşusu, sadece fiziksel değil; duygusal bir savunma mekanizmasıydı. Merve bunu anladığında ona “koşma” demedi; onunla birlikte yürümeye başladı.
Toplumsal Kodların Gölgesinde
Erkeklerin “koşmak zorunda” hissi, yalnızca bireysel değil, tarihsel bir kodlamanın sonucuydu. Osmanlı döneminden bu yana erkek, üretimin ve korumanın sembolü olarak yetiştirildi; duygusallık, zayıflıkla eş tutuldu. Kadın ise toplumsal ilişkilerin dokusunu örmekle, aile içi dengeyi korumakla özdeşleşti.
Bu kalıplar 21. yüzyıla taşınırken biçim değiştirdi ama özü aynı kaldı. Bugün Sefa gibi birçok erkek hâlâ “başarmak” zorunda hissettiği için koşuyor. Merve gibi kadınlar ise “anlamak” için duruyor. Bu iki yön, karşı karşıya değil, birbirini tamamlayan iki uç aslında.
Bir Kısa Hikâye: Şehir Maratonu
Bir yıl sonra, Sefa ve Merve birlikte bir hayır maratonuna katıldılar. Sefa koştu, Merve ise gönüllü olarak su dağıttı. Yarış bittiğinde Sefa bitiş çizgisinde nefes nefeseydi. Merve elinde bir şişe suyla ona yaklaştı.
“Koşmayı bıraktın mı artık?” diye sordu gülümseyerek.
Sefa gözlerini kapatıp cevapladı: “Koşmayı bırakmadım, ama artık nereye koştuğumu biliyorum.”
Bu sahne, onların ilişkisini özetliyordu. Sefa’nın stratejik, hedef odaklı doğası; Merve’nin empatik yaklaşımıyla denge bulmuştu. Erkekler koşar çünkü içlerindeki yön bulma ihtiyacı asla bitmez; ama bir kadının anlayışı o yönü anlamlı kılar.
Modern Dünyada Erkekliğin Dönüşümü
Bugünün erkekleri artık sadece “güçlü olmakla” tanımlanmıyor. Psikolog Dr. Brené Brown’un araştırmalarında da vurgulandığı gibi, savunmasızlık gösterebilmek modern cesaretin bir parçası. Sefa da bunu zamanla fark etti. Bir gün forumda, şu cümleyi paylaştı:
“Erkek olmak, duvar örmek değil; o duvarın neden orada olduğunu anlamaktır.”
Bu paylaşım, altına yüzlerce yorum getirdi. Kadınlar, erkeklerin duygularını paylaşma cesaretini övdü; erkekler ise “biz de yorulduk koşmaktan” diye yazdı. Bu diyalog, sadece bireysel bir yüzleşme değil, toplumsal bir farkındalık anıydı.
Sefa ve Merve’nin Aynasında Biz
Sefa ile Merve’nin hikâyesi, bir şehirde başlayıp bir toplumun yansısı haline geldi. Çünkü hepimiz o hikâyede bir yerlerdeyiz: Kimi zaman koşan Sefa’yız, kimi zaman dinleyen Merve.
Sefa, plan yaparken bile kalbini ihmal etmeyi öğrenmemesi gerektiğini fark etti. Merve ise duyguların yanında mantığın da rehberlik edebileceğini gördü. Bu karşılıklı öğrenme, ilişkilerin özünü oluşturdu.
Okuyucuya Bir Davet
Şimdi size soruyorum: Sizce erkekler neden koşar? Kaçmak için mi, yetişmek için mi, yoksa kendilerini bulmak için mi?
Belki de mesele “koşmak” değil, “nereden koştuğumuzu ve kime doğru gittiğimizi” anlamaktır.
Hepimiz, kendi hayatımızda bir maratonun içindeyiz. Kimimiz Merve’nin sakinliğinde, kimimiz Sefa’nın kararlılığında nefes alıyoruz. Belki de bu iki yönün birleştiği yerde gerçek insanlık başlıyor.
Son Söz: Dengeyi Arayan Kalpler
Erkeklerin koşusu, sadece fiziksel bir hız değil; içsel bir denge arayışıdır. Kadınların empatik yaklaşımı ise bu arayışa ayna tutar. Tarih boyunca koşan, arayan, düşen ve yeniden başlayan insanın hikâyesi budur.
Sefa ile Merve’nin hikâyesi bize hatırlatıyor: Kimse bir diğerinin gölgesi değildir. Biri koşarken diğeri yürür, biri düşünürken diğeri hisseder — ama sonunda ikisi de aynı yere varır: anlama noktasına.
Ve belki de asıl soru şudur:
“Koşmak zorunda kalmadan, birlikte yürümeyi ne zaman öğreneceğiz?”
Bir gün akşam vakti, forumda kahvemi yudumlarken şöyle bir soru geçti önüme: “Erkekler neden hep koşar?” Sefa’nın açtığı başlıktı bu. Altında yüzlerce yorum, herkes kendi hayatından bir parça dökmüş. Ama benim aklıma hemen Merve geldi. Çünkü onların hikâyesi bu sorunun hem cevabı hem de bir ayna gibiydi.
Bir Şehrin Arasında, İki İnsan
Sefa, tarihi bir şehrin taş sokaklarında büyümüş, disiplinli ama içten bir adamdı. Zihninde her zaman bir rota olurdu; plan yapmadan sokağa çıkmaz, bir işin ucunu açık bırakmazdı. Merve ise aynı şehrin kuzeyinde, kalabalığın içinde incelikle fark edilen bir kadındı. Empatisiyle, sezgileriyle, kelimelerin arkasındaki sessizlikleri duyardı. Birbirlerini tesadüfen değil, bir toplumsal etkinlikte tanımışlardı: “Zamanın İzinde Kadın ve Erkek Rolleri” başlıklı bir seminerde.
O gün Merve, sahnede duyguların sosyal yapıya nasıl yön verdiğini anlatırken, Sefa not defterine “duygu – strateji dengesi” diye bir cümle yazmıştı. Belki farkında değildi ama o cümle, ikisinin hikâyesini başlatan ilk adımdı.
Koşmak: Kaçış mı, Arayış mı?
Bir akşamüstü, yağmurun ince ince yağdığı bir günde Merve, Sefa’ya sordu:
“Sen neden hep bir yerlere yetişir gibisin?”
Sefa kısa bir duraksamayla cevap verdi:
“Çünkü durursam düşünürüm, düşünürsem kırılırım.”
Bu cümle, birçok erkeğin içinde yankılanan sessiz bir gerçek gibiydi. Tarih boyunca erkekler; avın peşinde, işin içinde, savaşın ortasında, hedefin ucunda koşmuşlardı. Ama hiçbiri tam olarak “neden” koştuğunu sormamıştı kendine. Sefa’nın koşusu, sadece fiziksel değil; duygusal bir savunma mekanizmasıydı. Merve bunu anladığında ona “koşma” demedi; onunla birlikte yürümeye başladı.
Toplumsal Kodların Gölgesinde
Erkeklerin “koşmak zorunda” hissi, yalnızca bireysel değil, tarihsel bir kodlamanın sonucuydu. Osmanlı döneminden bu yana erkek, üretimin ve korumanın sembolü olarak yetiştirildi; duygusallık, zayıflıkla eş tutuldu. Kadın ise toplumsal ilişkilerin dokusunu örmekle, aile içi dengeyi korumakla özdeşleşti.
Bu kalıplar 21. yüzyıla taşınırken biçim değiştirdi ama özü aynı kaldı. Bugün Sefa gibi birçok erkek hâlâ “başarmak” zorunda hissettiği için koşuyor. Merve gibi kadınlar ise “anlamak” için duruyor. Bu iki yön, karşı karşıya değil, birbirini tamamlayan iki uç aslında.
Bir Kısa Hikâye: Şehir Maratonu
Bir yıl sonra, Sefa ve Merve birlikte bir hayır maratonuna katıldılar. Sefa koştu, Merve ise gönüllü olarak su dağıttı. Yarış bittiğinde Sefa bitiş çizgisinde nefes nefeseydi. Merve elinde bir şişe suyla ona yaklaştı.
“Koşmayı bıraktın mı artık?” diye sordu gülümseyerek.
Sefa gözlerini kapatıp cevapladı: “Koşmayı bırakmadım, ama artık nereye koştuğumu biliyorum.”
Bu sahne, onların ilişkisini özetliyordu. Sefa’nın stratejik, hedef odaklı doğası; Merve’nin empatik yaklaşımıyla denge bulmuştu. Erkekler koşar çünkü içlerindeki yön bulma ihtiyacı asla bitmez; ama bir kadının anlayışı o yönü anlamlı kılar.
Modern Dünyada Erkekliğin Dönüşümü
Bugünün erkekleri artık sadece “güçlü olmakla” tanımlanmıyor. Psikolog Dr. Brené Brown’un araştırmalarında da vurgulandığı gibi, savunmasızlık gösterebilmek modern cesaretin bir parçası. Sefa da bunu zamanla fark etti. Bir gün forumda, şu cümleyi paylaştı:
“Erkek olmak, duvar örmek değil; o duvarın neden orada olduğunu anlamaktır.”
Bu paylaşım, altına yüzlerce yorum getirdi. Kadınlar, erkeklerin duygularını paylaşma cesaretini övdü; erkekler ise “biz de yorulduk koşmaktan” diye yazdı. Bu diyalog, sadece bireysel bir yüzleşme değil, toplumsal bir farkındalık anıydı.
Sefa ve Merve’nin Aynasında Biz
Sefa ile Merve’nin hikâyesi, bir şehirde başlayıp bir toplumun yansısı haline geldi. Çünkü hepimiz o hikâyede bir yerlerdeyiz: Kimi zaman koşan Sefa’yız, kimi zaman dinleyen Merve.
Sefa, plan yaparken bile kalbini ihmal etmeyi öğrenmemesi gerektiğini fark etti. Merve ise duyguların yanında mantığın da rehberlik edebileceğini gördü. Bu karşılıklı öğrenme, ilişkilerin özünü oluşturdu.
Okuyucuya Bir Davet
Şimdi size soruyorum: Sizce erkekler neden koşar? Kaçmak için mi, yetişmek için mi, yoksa kendilerini bulmak için mi?
Belki de mesele “koşmak” değil, “nereden koştuğumuzu ve kime doğru gittiğimizi” anlamaktır.
Hepimiz, kendi hayatımızda bir maratonun içindeyiz. Kimimiz Merve’nin sakinliğinde, kimimiz Sefa’nın kararlılığında nefes alıyoruz. Belki de bu iki yönün birleştiği yerde gerçek insanlık başlıyor.
Son Söz: Dengeyi Arayan Kalpler
Erkeklerin koşusu, sadece fiziksel bir hız değil; içsel bir denge arayışıdır. Kadınların empatik yaklaşımı ise bu arayışa ayna tutar. Tarih boyunca koşan, arayan, düşen ve yeniden başlayan insanın hikâyesi budur.
Sefa ile Merve’nin hikâyesi bize hatırlatıyor: Kimse bir diğerinin gölgesi değildir. Biri koşarken diğeri yürür, biri düşünürken diğeri hisseder — ama sonunda ikisi de aynı yere varır: anlama noktasına.
Ve belki de asıl soru şudur:
“Koşmak zorunda kalmadan, birlikte yürümeyi ne zaman öğreneceğiz?”